Her bireyi başka türlü mühim, hâliyle kendine âşık ahali, camdan zamanların her ânını fotoğraflayıp tarihe kaydediyorlar...

Her bireyi başka türlü mühim, hâliyle kendine âşık ahali, camdan zamanların her ânını fotoğraflayıp tarihe kaydediyorlar...

Benimse görebildiğim, görebilmeyi dilediğim, asla göstermeyeceğim, hep gözlerin...

Ve gamzelerin ve sesin ve yoksa, yani ben o vakit; kopmuş, suyu çekilmiş, rengini yitirmiş, kırılgan bir dal gibiyim.

Girişi kapatan çağlayandır kirpiklerin, onu aşınca, sesinle ıslanıp gözlerinden içeri akınca, gamzelerinden ateş alıp sigaramı yakınca, âdeta canlanıyorum.

Yalnız, unuttum söylemeyi, tuhaf fakat, sigarayla ayrıldık biz yıllar önce.

Olsun, "sensizken nefessiz kalıp soluyorum, sadece senleyken soluyorum" diye anla.

*

Muhibbî ne demişti La Rossa'ya (Roxelana)?

"Saçı mârım, kaşı yayım, gözü pür fitne, bîmârım.

Ölürsem boynuna kanım, meded hey nâ-müselmânım"

(Dalgalı (yılan) saçlım, yay kaşlım, gözü baştan çıkaranım, hastayım.

Ölürsem vebali senin boynuna, medet et hey gayrimüslimim.)

*

Kaşların yay ve bakışların gerili yaydan çıkan ok gibidir vefasız!

Delik deşik bedenim, çünkü gönüllü canlı hedefim, vurulmalıyım!

Korkuyorum tutunur kalırım ihtimalinden...

Yoksa "Ya düşersem gözlerinden!" diye mi korkmalıyım?

Evet, biliyorum, ne tutunduğumdan, ne düştüğümden ve ne de bunların ürpertisiyle kalbimin yaprak gibi titrediğinden haberin var.

Zulmü kendime reva görüp mazlumvârî ezikliğe alçalacak adam mıyım ben!

Göz göze gelebilmeyi başaramıyorsam, bu benim meselem!

Kadim bilgelik hazinelerinde özenle saklanmış eşsiz hikmetler nice kapıları ardına dek açıyorsa, sana ne, sen bütün kapıların önünde, zihnimde yaşıyorsun ve ben, bütün kapıların arkasında, sanki hiç yaşamamış olmayı seçtim.

Öyle işte...

Zifiri karanlık uzayın siyah ışıkları gibi gözlerin...

Çok uzaklara giden trenin tek yol yolcularından dinledim içe iyice sinmiş çaresizliği...

Veya birkaç adım istemsizce düşe kalka koşarken eli ayağına dolanan, nasıl beceriyorsa elini yine de sallayan geride bırakılmışın etrafa yayılan parçaları mıdır cam kırıkları?

Okların kesiğinden kan akar mı çok?

Hayır!

Duymamdan rahatsız değilim, duymamandan da.

Görmesin seni gören gözlerimi gözlerin.

Bembeyaz bir kâğıda aksi düşen masum kara gözlerin görmesin kızıla dönen olay mahallini.

Kim bilir hangi boyutta, hangi yıldızın ışığıyla raksı yere düşer gölgemin, görmesin...

"Uzaktan seyretmediyseniz hiç gördüm demeyin" demiş ya şair, son âna dek direnip nihayet takati tükenerek yerinden kopan en son yaprağın süzülerek düştüğü toprak...

Hoş geldin diyor toprak, hoş bulduk diyor yaprak, yine geriye bakarak.

Önce yok, sonra meçhul, an gerçek ama geçmiş ile gelmeyecek arasında savrularak...

Tam vaktidir, ah bilsem, o vakit gözlerinden içeri girsem ve dursa zaman, ben hep orda dursam.

Gözlerine değen her gözü acımadan kapatsam!

Kapat gözlerini.

Düşünmem gerek.

Ve durmak, ölüm demek.

Ve canlılık, gitmek...

Gitmem, gitmem gerek.