İnsanlar yaşamak için çalışıyorlar ama çalışmaktan yaşamaya fırsat bulamıyorlar.

İnsanlar yaşamak için çalışıyorlar ama çalışmaktan yaşamaya fırsat bulamıyorlar.

Keşke işe yarasaydı işleri!

Birkaç haramzâdeyi daha da zengin etmek için köle sadâkati ile heder edilen ömürler.

Toprağa değmeden sıhhati koruyamaz insanoğlu, ah aklına gelse de dokunsa!

Ah modern şehirlerin her yerini dolduran betonları arasında toprağı bulabilse!

Hangi dalın yaprağı olduğunu çoktan unutan suyu çekilmiş insan apansız koptuğunda artık toprağa da düşemiyor.

Altına girmek de nimet artık ancak cesetler kolay kolay çürümüyor.

Bedeni bile organik değil de ondan.

Her şeyini çalmışlar "ruhunu rehin bırakan" insanın.

Asla ödeyemeyeceği ve gittikçe büyüyen bir borcun altına girmiş durumda.

Ama merhametli (!) efendileri, son bir yeni sözleşme sunuyorlar:

"Sat ruhunu!"

Satıyor hemen...

Oh ne rahat...

Kafaya takacak hiçbir şey yok...

Uyuşturucu etkisinde bilinci silikleşmiş herhangi birini andırıyor her biri.

Yaşıyorlar!

Camide cemaat, statta taraftar, kongrede partili, okulda öğrenci, üniversitede hoca, devlette bürokrat, kadı, subaşı, emir...

Hepsi yaşıyor!

Kimi sessiz zikrediyor dünyayı, kimi cehri!

Kimi pudra şekeri alabiliyor, kimi ancak sentetik madde!

Hepsinin belli kredisi var, farklı farklı.

Aynı olan sadece efendileri.

Yani çoban köpekleri ile çobanlar farklı olsa da, tepedeki efendi hep aynı.

Maalesef elest bezminde (*) söz verilen “Mutlak Varlık” değil o.

Nitekim kocaman bir köle pazarıdır yeryüzü.

19. yüzyıldan itibaren ve özellikle 20. yüzyılda köleliğin sonra erdiği savı doğru olmadığı gibi daha da kökleşmiştir üstelik.

Eskiden dinlenirken bari özgürdü köle, şimdi değil!

Eskiden hayal kurabilirdi, şimdi imkânsız!

Eskiden üretirdi, şimdi ürün kendisi.

Alınıyor, satılıyor, borsası var!

Ah zavallılar!

Baksanıza, mal biriktiriyorlar!

Çocukların gazoz kapakları gibi...

Makamlar için zıplayıp duruyorlar!

Sarkıtılan muzlara erişmek isteyen maymunlar gibi...

Ve yaşıyorlar, kendi pisliğini yiyen domuzlar gibi.

Hınzırlığın bir kere tadını alan, yani bunu seven, artık başka türlü çalışıyor çünkü.

Statü istiyor, kariyer istiyor.

Basamakları çıkarken neye bastığına aldırmıyor, neleri düşürdüğünü umursamıyorlar, her aşamada statüleri gelişiyor, her unvanla zirveye daha da yaklaşıyorlar!

Daha da, daha da...

Sonra...dünyadan da aşağısına, mümkün olduğunca yüksekten ve tak diye düşüyorlar.

Muhtemelen yine toprağa değemeden bitiyor oyun.

Vaadedilen kıyamet kopuyor.

Dahası, bir dahası yok.

Yok da yok.

Sadece “O” var.

*

(*) (Elest bezmi, Cenab-ı Hakk’ın insanlara "Elestü bi-Rabbiküm (Ben sizin Rabbiniz değil miyim?)" diye hitap ettiği ve ruhların da "Belî - evet" şeklinde cevap verdikleri meclis anlamındadır.)