Akıl yaşta değil de "baştadır" derler.

Akıl yaşta değil de "baştadır" derler.

"Baş nedir?" diye düşüneduralım, atalar sözünün süzüldüğü deryaya dalanların, sanki onlardan biri gibi konuşanların pek azı yaşça genç.

Kendi adıma, "anlam"ın içimde yeşermesi, gizli mahfuzun kendi kimliğiyle müşahede edilmesi, neticede kişiliğime sinmesi, her defasında vaktini bekliyor ve ben "bu hakikâti" geç yaşlarımda eşsiz bir tecrübe ile tanıyorum.

("Geç" kelimesini "genç" diye okumuş olmayasınız. Ayrıca "hakikâti" değil, "bu hakikâti" dediğim de gözden kaçmasın lütfen.)

"Konunun sınırları da, yeri veya mahalli de beyin değil" diyelim fırsatını bulunca.

"Tanımak" bir olgu, irfan düzeyi, Kut almakla gerçekleşir.

"Gönül" kelimesi dökülecek dilden lâkin pozitivizm dümdüz geçmiş komik dava insanlarının üzerinden.

Sadede gelelim, kadim demde, Cenab-ı Hakk tanınmayı dilemekte, tanıyana ârif deniyor, Türk de ârif’tir, ölmeden önce ölendir, değilse, o, Türk değildir.

Türk'ün muhatap olmakla Hz. İnsan vasfını kazandığı veya beşerin en şerefli yaratılmış vasfı ile Hz İnsan ve nihayet Türk olduğu o dem ve açılan Kelâm, Arap toplumunun etnik bakiyesi yolu ile izahtan uzaktır.

Kulluğu "açan" çokbilmiş ahmaklar bağlarını aşamadıkları için olsa gerek, Cenab-ı Hakk ile biz arasındaki ilişkiyi, işte o sebepten, efendi-köle retoriğine benzetirler genellikle.

Çünkü dayandıkları kaynak kişiler köle-efendi ilişkisinin fiilen yaşatıldığı sınıflı toplumlarda üretilmiş anlam dünyalarının beşeriyeti.

Kadim demde hatem olan kelâmın gönlünde ve Türkçede açıldığı Türkler ise o zamansız ve mekânsız andan bu yana sınıfsız bir anlayışı korumayı başardılar.

Hepi topu 250 senelik Emevi ve Abbasi dönemini İslâm tarihi diye allayıp pullayarak sunan ama sonraki 1000 yıllık Türk sürecini es geçen müptezelleri bir yere yazınız.

Türk'ün anlayışında saltanat, şatafat, taht yoktur, servet biriktirmek, üstten bakmak yoktur.

Şoförü veya müstahdemi emir eri gibi, devletin resmi hizmete mahsus arabasını karısına/çocuğuna servis aracı gibi kullandırmak, kamu imkânlarıyla gezip masrafı garip gurabaya ödetmek yoktur.

Hizmet kademelerini makam diye vasıflandırmak ve oradan hükümdar pozları vermek yoktur.

Milletvekili veya belediye başkanı bile halka efeleniyorsa orada millet mi kalmıştır?

Köleleşmiş sürüdür o yığın.

Oysa Türklük etnik değil, nation değil, millet aidiyetidir, millet ise irfan düzeyidir.

“Babamın öldüğü yaşta” söze böyle girmekteyim, muhabbetlerimi sunarım.

*

Sovyet korkusu ile NATO'ya çark ettiğimiz günden beri ABD sinir uçları örümcek ağı misâli memleketi ve elbette dinî oluşumları sardı.

Onunla kalmadı, onların zihin, anlam ve inanma modellerini etkiledi, hatta belirledi.

Operasyonu en çok sezdiğim Cuma hutbeleri hâliyle sinirimi bozar benim.

Sabrederim ama duyduklarım neticesinde o beklenen sıcaklığı beynim yerine kalbimde hissedemem.

Hâlbuki Saff, 61/8 numaralı âyeti mealen naklederek son noktayı ne de güzel koyuyor hatip:

“Onlar ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar. Kâfirler istemeseler de Allah nurunu tamamlayacaktır.”

Öncesini de nakledeyim:

"Kıymetli Kardeşlerim!

…Kur’an’ı okumak, anlamak, yaşamak ve yaşatmak için daha fazla çalışmalıyız.

Onun hayat veren ilkelerini, hak ve adalet anlayışını, sevgi ve barış yüklü mesajlarını bütün insanlığa hikmetli bir dil ve güzel bir üslupla ulaştırmak için daha çok gayret göstermeliyiz."

Anlamak diyor, yaşamak-yaşatmak diyor din görevlisi, "hayat veren ilkeler" diyor ki bu ilkelere uymayanların hayat süren leşler olduğunu ima ediyor sanırım, ilkeleri sayıyor; "hak ve adalet anlayışı" diyor...

"Bunları insanlığa hikmetli bir dil ve güzel bir üslupla ulaştırmak için gayret göstermek" diyor...

Yani bazı kâfirler yaban ellerde Mushaf yakmasaydılar her şey yolunda mıydı hatibe göre?

Türk kimliğinde adı bile geçmeyen, modern köle-efendi tiyatrosuna sahne olan şehir adlı hapishanelerin boğaz tokluğuna çalışan kalabalıklarla doldurulduğunu bilmez gözüküyor.

Dini, imanı, edebi, ezber cümlelere hapsedip, o olguların Hz İnsanla arasını açanlar da Allah’ın nurunu söndürmek isteyenlere dâhil mi, bahsetmiyor.

Ya Cenab-ı Hakk'ı ancak ahirette müşahede edilebilecek kadar uzağa yerleştirmek (!) cüretini gösteren ve ruhundan üflediği kulunu iblisin kucağına atanlar?

Aynı hutbede geçen bir cümle daha:

"...inancımıza ve mukaddes değerlerimize yapılan bu tür menfur saldırıların karşısında yer almak sadece Müslümanların değil, bütün insanlığın ortak vazifesidir."

Eyvallah Hocam...

Konforunuzu bozmayacaksa şu sorulara da minberden cevap verir misiniz?

Yukarıdaki sorular eşliğinde Allah ile aldatıp Kutsal Kitap'ta O'nun bildirdiği hükümleri geçersiz kılacak şekilde yetki kullanmak da "inancımıza ve mukaddes değerlerimize yapılan menfur saldırılar" arasında mıdır?

Bu fiillerin failleri de Saff, 61/8'de işaret edilen Allah’ın nurunu söndürmek isteyenler midir?

"Onlara rağmen de Allah nurunu tamamlayacaktır" dersek doğru anlamış olur muyuz?

Ki şöyle bir ayet ve tevil de var: (https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/Nisa-suresi/551/58-ayet-tefsiri)

﴾Nisa, 58﴿ Allah size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne güzel öğütler veriyor. Şüphesiz Allah her şeyi işitmekte, her şeyi görmektedir."

"Burada emanetin yerine getirilmesi, ehline verilmesi ve insanlar arasında adaletle hükmedilmesi yönündeki emirlerin muhatapları genel olarak bütün insanlar, özel olarak müminler ve daha özel olarak da yöneticiler gibi emanet ve adaletten kamu adına sorumlu olan şahıslar ve topluluklardır."

Şüphesiz Allah doğruyu söyledi.

Yanlış anlaşılmasın, kimseye kâfir diyor veya ima ediyor değiliz.

İtirazımız riyâkârlığadır.

Cenab-ı Hakk'ın; emir, tavsiye ve yasaklarına sansür uygulayacak, kafasına göre yorumlayacak, dünyasına uygun din icat edip adına İslâm diyecek haddi yoktur kimsenin.

Azıcık namuslu herkes bana hak verecek ve haksızlığa/hadsizliğe sessiz kalarak destek veren konformist zümreden tiksinecektir.

Hakk'ın yarattıklarını Hakk'a davet ediyoruz, hepsi bu.

Madem yerli ve millisiniz, kamu adına şu veya bu miktarda yetki kullanan herkes Kur’an’da emredilen ehliyet, liyâkat, adalet ve helâl kıyasına tâbi tutulsun diyoruz!

Nepotizm, yandaşlık, badem bıyık, cumağat, lise türü gibi kıstasları İslâm hükmü gibi dillendirip uygulayanlar yalan söylüyor ve ortaya çıkan olumsuz sonuçlar yüzünden gençlik dinden, imandan, ülkesinden soğuyor diyoruz.

Elinde sayısız kepçe ile malı götüren gevşekler sadece yalakalık ediyor, münafık portresi çiziyor diyoruz.

Çok ama çok geç kaldık ancak ufak da olsa henüz ümit var.

Devlet başa!

Yoksa...topyekun kaybedeceğiz.

Maide 54 deyip bitireyim.

Yok, devam diyorsak eğer;

Sonradan iliştirilen her şeyden (bir deprem sonrası yokluğu gibi) tümüyle arınarak, sıfırdan taze Bismillah çekerek, ihyâ ve inşâ için zaman ve zemin hazır ise yani, çay koyalım canlar.

"Ad"ını hak edenlerin rol edindiği Kut'lu yürüyüş başlasın...

Ama Ocak nedir bilenle, u-yanmak nedir bilenle, Türk nedir bilenle.

Bilmiyorsa, vurun tekmeyi!

Yakının da olsa al elinden kepçeyi!

Canı cehenneme münafıkların!

Ne kadar çoklar!