Aynada bakmalara doyamadığınız suretinizle ziyadesiyle mübareksiniz, asırlardır bekleniyorsunuz...

Aynada bakmalara doyamadığınız suretinizle ziyadesiyle mübareksiniz, asırlardır bekleniyorsunuz...

"İnsanlığın" derdi ile dertlenmiş, kendi acılarını unutmuş, vefakâr, cefakâr, fedakâr salih...

Ümmet kıymetli azizim, "İman ile göçsünler, cehenneme düşmesinler!" niyeti ile harekete geçtiniz ya, hizmet için yola çıkıp, tebliğe yöneldiniz ya...

Öyle kalender, öyle alçak gönüllüsünüz ki, önce hayranlarınız, derken sayınız artıyor bir zaman sonra.

Bebelere Kitab'ı okumayı öğretiyor, gençlere burs veriyor, dini anlatıyor, eşleştirip evlendiriyor, yurtlar-okullar açıyorsunuz.

Artık siz allı pullu bir kanaat önderisiniz, ardınıza dizilenler de cemaatiniz.

Gelsin vakıflar, gitsin dernekler, büyüyor hizmet, çocuklar gibi mutlusunuz ancak henüz durumun yakın gelecekte sürü ile sürübaşı ilişkisine evrileceğini bilmiyorsunuz (!).

Siyas-it-çiler sizi ziyaret için sıraya giriyor, haddinden fazla hürmet gösterilince bile uyanmıyorsunuz.

Uyandığınızda da utanmıyorsunuz, haya sizi terk ediyor yavaş yavaş...

Oy deposu bir aşiret reisi olmak hoşunuza gidiyor: Bu, "güç" demek zira.

Aşiretiniz ibadete düşkün, sözgelimi kurban kesiyor, Hacca ve Umreye gidiyor, alışveriş işleri çok hâliyle, toplamda büyük bir kapital sirkülasyonu var, şimşek çakıyor!

Şirketler kuruyor, alışverişi bu şirketlerden yapmanın sevabını vaaz etmeye başlıyorsunuz.

Bir müddet sonra, başlangıçta; din bir yol, dünya işleri araç ve gaye rızayı kazanmak iken birdenbire din araç, dünya işleri hayatın kendisi ve amaç da statüyü korumak şeklinde, dönüşüyor.

Cemaatin ileri çıkan fertleri ile ticari ve ailevi ortaklıklar kurmak doğallaşıyor.

Ümmet kelimesi İslâm ahlâk ve fazileti ile donanmış, hâli tebliğe uygun, güvenilir Müslümanları anlatırken bu aşamada daha çok "müşteri" anlamına gelmeye başlıyor.

Cennet de sanki umumhâne, erkekler için sadece, kadınlar birer veya toplu tüketim malzemesi...

Bakış bu işte, bu, Hz. Hatice kimdi, Fatıma validemiz kimdi, siliniyor hafızadan...

Veriyorsunuz meselâ küçücük kızı ümmetinizden (!) en fazla sivrilene!

Törede ve dinin aslında asla yeri yok iken aşiret geleneklerini dinleştirip tevil ediyorsunuz!

Yeni ortağınız taze damat, mescitte dini vaaz ederken zihninin arka tarafında küçücük sabiye az sonra yapacakları dolaşıyor!

Din hizmetleri (!) artık töresiz ritüellerdir ama dünyevî ihtirasların esir aldığı canınız hiç sıkılmaz...

Ticaretiniz ve statünüz sağlamdır, kök salıyorsunuzdur, dünya ayaklarınıza serilmektedir, ölüm sizden alabildiğine ıraktır.

Artık partide de elemanlarınız vardır, stk'larda da, yöneticileriniz artık başkan olur, vekil de olur, bakan ve bakmayan da.

TOKİ kurası size çıkar, aman ne talihlisinizdir!

İhaleler kucağınıza düşer âdeta...

Devletin koridorları adamlarınızla dolu, koltukları da adamlarınızla "boş"tur.

Sınav sorularını çalıp elemanlarınızı yerleştirmek cihaddan başka nedir ki!

Aynen Pensilvanyalı sümüklü ve cumağatı gibi.

Yetkili memurların halledemediği işleri sizin emir erleriniz ve kirli elleriniz tak diye çözer.

Resmiyete dökülmemiş gizli iktidar ortaklığı da hakkınız olduğu üzere (!) sağlanmıştır.

Paralel devlet kurulmuş ve tıkır tıkır işlemektedir.

Önünüze çıkanı ezip geçmektesinizdir.

Öldürerek veya süründürerek eziyorsunuzdur, onlar ümmet de değildir, insan da, (sizden değilse eğer) böcek gibidir onlar...

Ama yetmez, ortaklık da ne?

Tek başına ve mutlak iktidar mümkün iken?

Hem de bütün kâinatta?

...

Hikâye birkaç asırda bir tekrar eder durur.

Bazen salih zatlar (!) atlayıp zıplar, bazen mehdiler.

Ölümü kendine yakıştıramayanların kibri son tahlilde "Peygamber gelse ve kararıma muhalefet etse onu bile dinlemem!" dedirtir hadsize.

Sebep temelde hep aynıdır: Töreden, ilahî nizamın normlarından kopmak...

Varlığı Her An Var Edenin, Varlığın Varlığının Bizzat Sebebi Olanın karşısında varlık iddiasında bulunmak...

Cümle varlığın birliği anlayışını, güneylilerin; sümsük, sınıflı, sürüleştirilmiş katmanlı pespayeliğine yem etmek.

Yüksek bir kulluk şuuru yerine güç merkezi olduğu vehmine, kibrine kapılmak...

Devlete meydan okumak...

İblisin kulu olmak...

Yıllardır haykırıyoruz:

Ahlâk bu değil!

Din bu değil!

Türk bu değil!

İnsan bu değil!

Tasavvuf bu değil!

İnananlar büyük mü büyük bir zoka yuttu, operasyon yedi.

Dini ile dünyası çözülmez yumaklar misali birbirine karışanlardan din dinlemekle dinsizlik aldı başını gitti!

Yani din önderi zannettikleriniz (!) dindar bile değil!

Azgınlığa son verilmezse son durak nedir, biliyor musunuz?

-Hulûl iddiası!

...

Takke düştü, kel göründü madem azizim, iş başa düştü öyleyse, bu durumda kendi söküğümüzü kendimiz dikeceğiz.

Ak pirincin içindeki beyaz taşları bir bir, paşa paşa ayıklayacağız.

Öyle bir titreyip kendimize döneceğiz ki pisliğin zerresi kalmayacak.

Dini kaynağından, o pınardan, bebek saflığı ile yeni baştan öğreneceğiz.

Cenab-ı Hakk'ın muradı olan Hz. İnsan sıfatı ile kâinata Töre örtüsünü serecek, Kut kuşağı bağlatacağız.

"Belî" demiştik...

Antlaşmamıza sadık kalacağız.

...

Şimdi vakit budur.