Newton, okültist-ezoterik bilgeliğin sırlarına vakıf, şüphesiz bir dehaydı.

Newton, okültist-ezoterik bilgeliğin sırlarına vakıf, şüphesiz bir dehaydı.

Onaltıncı yüzyıldan bu yana çöküşünü durduramayan Türk/İslâm âlemi o ve benzerlerinin ayarında bilim insanı çıkaramadı.

Mümkün müydü, yeşerenlere asit mi döküldü, tartışılabilir.

Ancak Newton'un sır gibi sakladığı bazı bilimsel keşifler vardı.

Tıpkı seyrüsülûk yolculuğunda olduğu gibi inisiyasyon sürecinde de sırlar ehline verilir.

Kabul edelim ki milyarlarca insanın çok azı üzerinde konuşmaya değecek kadar bilgi sahibidir.

Kahir ekseriyeti; yatar, kalkar, yer, içer, boşaltır ve ürer.

Newton'dan yaklaşık 2 asır sonra artık çuvalın bağını kapalı tutmak imkânsızlaşınca quantum fiziği mekaniği ile yüzleştik.

Bu şu demekti:

İnisiye olanlar da, tasavvuf terbiyesi ile seyrüsülûk yolculuğu edenler de yığınların haberdar dahi olmadığı sırlar âleminde ilerlemektedir.

Zavallılar iblise şehadet ediyor, biz Cenab-ı Hakk'a!

Varlık problemi, insanın bedenlenerek sürgün edildiği dünya boyutunu yurt belleyerek çözülmez.

Aksine, yerleşmeyi düşünenler bu düşüncesizlikleri neticesinde o bataklığa saplanıp kalırlar.

Evren/ler sürekli genişliyor ve içerikleri birbirinden uzaklaşıyor.

Sonsuzluk ise bu, anlamak zor.

Sınırlılık içinde ise, sınırın ötesi ne?

Materyalizm, mutlak maddeyi referans alarak teori geliştirmeye çalışmıştı ancak saklanan bilimin ifşası ile herkes öğrendi ki o anda yoktan var edildi her şey.

An'dan sonra zaman kesikli işliyordu.

Yani akan anlardı zaman, çizgisel değildi.

Her bir an başkasına benzemiyordu, eşsizdi.

Özetle yaratım anbean yenileniyordu ama yinelenmiyordu.

Dem bu dem'di, önce değil, sonra değil, geçmiş değil, gelecek değil.

Bilim diyordu, itiraf ediyordu ki "bir Yaratıcı var ve O'nun Esma ve sıfatlarının tecellisidir varlık âlemi".

Onaltıncı yüzyılda bu temel bilgiyi terk ettiği için çöküşe geçti Türk/İslâm dünyası.

Vahdet-i Vücûd anlayışı buna dayanır.

Töre ve Törelenen (Türk) de buradan doğar.

Töre’nin statik olmaması bu yüzdendir.

Törütgen, yani Yaratıcı, yani HÂLİK الخالق ...

TDV İslâm Ansiklopedisi'nden aktaralım:

"“Yaratmak” anlamındaki halk masdarından sıfat olup “yaratan” demektir. Arap dili uzmanları, halk kelimesinin temel mânasının “takdir” olduğunu kabul ederler. Mütercim Âsım Efendi’nin takdire verdiği Türkçe karşılık ise “oranlamak ve ölçümlemek”tir (Kāmus Tercümesi, III, 835). Halkın, “bir işi ölçülü ve âhenkli biçimde yapmak” mânasından hareket ederek hâlikı “planlı ve amaçlı (bir anlamda şuurlu) bir şekilde yaratan” diye tanımlamak mümkündür. Gerçek anlamıyla yalnız Allah için kullanılabilen hâlikın bir başka tanımı da “ana maddesi ve modeli olmadan nesneleri icat eden”dir (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “ḫlḳ” md.; Ebü’l-Bekā, s. 430; Kāmus Tercümesi, III, 835). Halkın ihtiva ettiği takdir mânası bazan şekillendirmek, mevcut ana maddeyi başka bir kalıba dökmek şeklinde de olabilir. Kur’an’da Hz. Îsâ’ya izâfe edilen halk bu mahiyettedir. Ayrıca halk, “gerçekte bir icat olmadığı halde varmış gibi göstermek, yalan uydurmak” anlamında da kullanılır (aş.bk.)."

Sanırım ürpererek okudunuz.

İşte quantum fiziği mekaniği bu sırlı kapıyı ardına kadar açıp Türk irfanının derin denizlerine güvenle dalma fırsatı da sunmuştur.

Diğer yandan, alıntı metni okuduysanız anlamış olmalısınız, yaratılan her şey arasında görünmez bağlar, kusursuz iletişim ve bilgi alışverişi vardır.

Mesafe önemsiz! Zaman önemsiz! Mekân önemsiz!

Ve yaratılan ne varsa özü itibariyle hepsi insanın içindedir aynı zamanda.

İnsan, bilinci ile, âlemlerin her bir zerresine ve aralarındaki ilişkiye etki edebilir.

Var zannedilen ne varsa insan öyle varsaydığı içindir ve illüzyondur.

İnsan gözlemlediği için var sayılmaktadır.

İnsan gördüğünü var saydığı için var demektedir.

Ve asıl Gözlemcinin mutlak var'lığı "Her şeyin teorisini" en baştan yok hükmünde bırakmaktadır. 

Gerçek olan insanın bilincidir, bilincin kaynağı bizzat İlâhîdir.

İnsan, âlemin özüdür.

Yeter ki kendi içinde bu kutlu yolculuğu akıl etsin.

Aslolan yolda olmaktır erenler.

Şimdi... 4 asırlık tutsaklık, uyku bitsin.

Yola nerden çıkacağınızı söyledik. Prangaları gösterdik. Sizi tutanları işaret ettik.

Harekete geçip geçmemek kararı sizin.

Hareket etmeyen her şey ölüdür.

Dirilmek isteyen buyursun.

*

Dedik ki; Vahdet, Tevhid, Türk irfanında tanındığı gibidir, cümle varlığın bir'liği ile “Var ve Tek Olan”a götürür, diğerleri sizi Newton'un yolunda ezilmeye iter.

Paraya veya siyasete bulaşan, kadrolaşan, rantı meşrulaştıran, irfan katili çok katlı inşaatları yapıp satan veya daire biriktiren ajanlarıyla o tür cumağatlar ve tarikatlar sürülmüş tarlalardır, istihbarî yapılardır, uzak durun.

Ahmak ama kurnaz köylülerin başıboş köpeklere teslim etmeye can atarak ve insanı dışlayıcı sapkınlıkla bir şehri ele geçirdiğinde yapabilecekleri kötülüğe en çarpıcı örnek,  İstanbul, ah İstanbul...

İstanbul, Cenab-ı Hakk'ın Müslüman mintanı giyilerek, Besmele çekilerek inkâr edildiğinin akıl almaz ispatıdır!

Siz, Dünya'ya yerleşmek gibi boş ve sonu felaket/hüsran bir hayali değil, kendi içinizde o vuslat yolculuğunu tercih edin.

Dünyaya her an güncellenerek yerleşmesi geren Töre'dir, o yüzden akıllı olup Türkistan tasavvufu nerede ise onu bulun, o yola girin.

Siyaset her bir üyesi ile yalan söylüyor, İblise çekiyor, siz ârifleri, Devlet'i dinleyin.

Divan edebiyatı okuyun.

Ve hoşça bakın zatınıza.